Zamanda Kayboldum 3 -Onlar Yanlış Biliyor-
Zamanda Kayboldum 3 -Onlar Yanlış Biliyor-

Zamanda Kayboldum 3 -Onlar Yanlış Biliyor-

Kapı aralığından akan his zamanın kendisi, hükümsüzlüğün son reddi açılışa davet edilmesen de o eşikte bulunmak, paspası ezip geçtikten sonra ardına bile bakmamak. Bir tür davetsiz misafir sendromunu aşması gereken modern insan ve aslında hiçbir yere davet edilmeden yaşamış o büyük insan. Hangi aralıkta hangi eşikte kimler vardı ya da başka kapılarda açılan başka hayatlar ne kadar ötede olabilirdi andan? Bilinmezliğin en güzel yanı da bu olsa gerek, bilsen kafayı yersin, bilmesen için çok rahat dürtüsü, üzülsen sana yazık olur üzülmesen ihtimaller ağlar belki, şairin dediği her gerçek aşık için ağlayan bir meleğin olduğu gökyüzünde yaşamıyoruz çünkü göklerin kapısı olmaz, bilakis kendisi olarak varız, kapılar biraz aralıklı da olsa kapalı da olsa insan bakmadıkça göremez. Dürbünde gördüğün bohçalı çingenelere ettiğin küfürler ne kadar gerçekse görmemek de o kadar acı verici.

Netliğimi kaybediyorum, diğer gözüme geçiyorum, bir elime gözümü ovuşturup ötekine geçiyorum sonra tekrar diğerine, alkolken kör olmuş olmalıyım, kapıdaki adamı seçemiyorum, elinde telsize benzer bir şey olduğuna eminim ancak önce gözlerimi açmalıyım. Erhan’la Kaan sızmış haldeler. ‘’Ben zarfı kapıya bırakıyorum o halde, oradan alırsınız, iyi günler Erhan bey’’ diyor kapıdaki ses. Polis değilmiş sakinliğiyle kendimi yere bırakıyorum. ‘’Eski karısındandır, o boşanma kağıdı dava mı ne’’ diyor Kaan içerden, yanlarına gidiyorum, Erhan salyasını akıttığı koltukta elini havaya kaldırıp uyumaya devam ediyor. Erhan’ın boşanma davası açtığını, daha doğrusu evlenmiş olduğunu yeni öğreniyorum. Hep sonradan bana, her şeye geç kalmışım hissi ve benden ötede dönen bir dünyanın anlamsız kahramanı gibiyim. Erhan’ın son günlerdeki halleri demek ki bu boşanmanın kendisiyle alakalı. ‘’Sen ne zaman evlendin ki?’’ Sitemle söylediğim bir cümleye dönüşüyor bu ağzımdan çıkarken.

‘’Hamile kaldı usta’’, diyor Erhan.
‘’Usta mı? Kurtlar Vadisi mi izlediniz gece?’’, diyorum.
‘’Ya takılma şimdi saçma şeylere, hamileydi, evlendik, babası beni kesmesin diye’’
‘’Yani?’’
‘’Düşük yaptı, sonra biz de boşanma kararı aldık’’
‘’Benden niye sakladınız?’’

Erhan salyasını akıttığı koltuktan kalkıp dağınık saçlarını kaşıyarak düşünmeye başlıyor. Boktan bir olayın başına vardığında bunu yapar genelde, olayın düşündüğümden daha kötü olduğunu anlıyorum.

‘’Aslında saklamadık, sen söversin izin vermezsin diye düşündük’’
‘’Ben mafya mıyım? Bu kadar gücüm varsa bırakın da Dünya’yı yakayım o zaman bana ne senin hayatından’’
‘’Yani öyle çok bir şeyi yok aslında’’
‘’Bu kız kim?’’
‘’Şimdi siki tuttun kankim’’ diyor Kaan arkadan uykulu sesiyle.
‘’Kız kim? Güzel soru’’ diyor Erhan.
‘’Kız kim?’’
‘’Kız aslında Burcu’’
‘’Hangi Burcu?’’
‘’Sen gelmeden olamam taburcu, senin Burcu’’ diyor Kaan arkadan.
Erhanla ona dönüp aynı anda dişlerimizle alt çenemizi bastırıyoruz. O an Burcu aklıma geliyor. Tüm bu kargaşanın sebebi iğneler saplanır gibi zerk etmeye başlıyor bünyeme. Tam o an başımdan aşağı kaynar bir lav tabakası dökülüyor, yüksek ısıda eriyen demir gibi eriyorum, kaybolup alkol komasına girdiğim bir gecenin sabahına uyanıyorum sanki, içimden şehirler geçiyor şarkıda dediği gibi, bir tek insani kırıntı kalmıyor insanlığa dair.

‘’Sen sonuçta bu kızı 10 sene önce sevmişsin yani ben de evlenmek istemedim, anlarsın kankam boşandık bak, tek gecelik bir şeyin bedeli, sana söylemezdik bile, gerilme boş yere, bak hoop kapandı bile mesele, hadi kahvaltıya gidelim’’
‘’Dağ başındayız kar yağıyor, sen benim eskiden aşık olduğum kadınla evleniyorsun, boşanıyorsun, hiçbir şey olmamış gibi hep beraber kahvaltıya gidip alnımıza yazdığın GAVAT yazısıyla oturacağız, bu hoşuna da gidiyor, gerçi godoş daha iyi bu durumda, godoş Erhan mesela’’
‘’Ağır konuşuyorsun bak, tamam lan zorla mı evlendik sevdik biz de demek ki çok sevdiysen evleneydin, hesap mı vereceğiz sana’’
‘’Senin amına çakarım ben!’’

Kafa atıyorum Erhan’a, burnu o an kırılıyor. Kaan üstündeki yorganı atıp aramıza dalıyor, bizi ayırıyor. Etraf kana bulanıyor o sırada, Erhan korku filmlerindeki karakterlere dönüyor aniden.

‘’Burnum gitti, orospu çocuğu kırdın galiba, yaptıracaksın bunu’’ diyor burnunu tutarken, ağlamaya başlıyor.
‘’50 bin vardır’’ diyor sızlarken.
‘’50 yoktur o devlet hastanesinde 12’ye falan yaparlar’’ diyor Kaan.
Erhan’ın burnuna buz koyup kahvaltı yapmak için arabaya biniyoruz. Kardan kapalı yollardan geçerken birbirimizle hiç konuşmuyoruz. Erhan yamuk burnuna bakıyor telefonunun ön kamerasından. Arabanın kaportasında biriken karlar rüzgarla beraber savruluyor. Keşke o kar tanelerinden birisi ben olsam, keşke.

‘’Selfie çek, eski karına yolla, senin eserin de’’ diyor Kaan.
‘’Kızın ne suçu var lan, abin manyak’’ diyor Erhan.
Araba birden stop ediyor. Aküyle alakalı bir simge beliriyor gösterge panelinde.

‘’Geçmiş olsun kaldık’’ diyorum. O esnada Erhan’ın burnundan kan fışkırıyor.
‘’İyice düşük bütçeli Hint korku filmlerine döndük bu kan nedir amına koyayım’’ diyor Kaan.
‘’Böyle olmayacak bu derhal hastaneye gitmemiz gerek’’ diyor Erhan.
‘’Şu anda çok zor, belki haftaya falan gideriz, evden bile çıkamayız bence’’ diyor Kaan.’’
‘’Bu ambulans helikopterler var arayın gelsin’’ diyor Erhan.
‘’İçinde dansçı kız da ister misin paşam?’’ , diyorum.
Bir kez daha kafa atasım geliyor içimden ama bu sefer yüzünü kaybederiz, bu fikirden hemen vazgeçiyorum. Arabadan iniyoruz, geriye doğru yürümeye başlıyoruz geldiğimiz yolu. 1980 yapımı arthouse bir filmin içinde bocalıyor gibiyiz. Her şey depresyon ve intihar için elverişli. Erhan’ın yürüdüğü yerleri akan kanlardan anlayabiliyoruz.

‘’Sevdi mi seni?’’, diyorum.
‘’Sanmam’’ diyor Erhan.
‘’Nereden anladın?’’, diyorum.
‘’Ya bu yabancı bir lavukla da takılıyormuş, bence onu seviyordu, hani evlenip boşandım artık rahatım diye babasına falan bir tür mesaj veriyor, yakasından düşsünler diye’’
‘’E senden hamile değil miydi?’’
‘’Yok benden hamileydi’’
‘’Nereden biliyorsun?’’
‘’Bilmem, bendendi bence’’
‘’Yani godoşlukta marka olduğunu belli ediyorsun’’
Erhan bana bir yumruk sallıyor boşta kalan eliyle, diğer eli hep burnundaki havluda. Kulağıma geliyor yumruğu, bir süre sessizlikle bocalayıp siren sesleri arasında kayboluyorum. Gözlerimi açtığımda yüzüme kar taneleri düşmeye devam ediyor.

‘’Öldüm mü?’’, diyorum.
‘’Belki de’’ diyor bir ses.
‘’Sen kimsin?’’, diyorum.
‘’Ben Burcu’’ diyor.
‘’Burcu mu? Gerçekten sen misin?’’
‘’Aynen kardeşim, gel bir de neyse kalk ulan artık yeter uyudun’’ diyor Kaan.

Kulağımın sağırlaştığını anlayabiliyorum. Erhan intikamını almış oluyor kendince böylece. Hassas bir gerçeklik duygusuyla uyku daha tatlı geliyor, her şeyden sıyrılmak adına kendimi karların altında bırakıyorum bir süre. Morgda uyuyan bir ölüyüm sadece, yaşadığımız Dünya’nın morg olması fikri hiç de fena değil bir yandan. Yanılsamalarla dolu geçmiş mi yoksa doğruluğunu çözemediğimiz şu an mı? İkisi de hiçlik adına güzellikler vaat etmiyorlar ama bir yere kadar yaşamamıza izin veriyorlar. Kaan’ın da Erhan’ın hatta Burcu’nun da anlamadığı bir şey vardı. Erhan’a da o yüzden kafa atmıştım. Anlamalarını da bekleyerek hata yapmıştım sanırım yıllarca. En azından blog’umda yazdığım birkaç yazıyı okumuş olsalar bunu anlayacaklardı fakat şimdilik her şeyi yanlış bilmeleri herkes için güzel olanı. Kulağımın sağır kısmıyla duyabildiğim kadarıyla bir şarkı duyuyorum uzaklardan, araba çalışıyor sanki, ben de içindeyim, Erhan’ın yüzü düzelmiş, Burcu ön koltukta yanımda, hava güneş açıyor, mevsim hiç yaşamadığımız bir zamanda.

‘’Onlar yanlış biliyor. Bu benim suçum’’

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir