Dijital Kimlik
Dijital Kimlik

Dijital Kimlik

‘Bir gerçeklik algısı olarak dönüştüğümüz dijital karakterlerimizle yaşadığımız gündelik hayat arasındaki farkın yarattığı beklentinin hikayesi nerede son bulacak?’

İnsanlar düşünceleri değildir deyişiyle gerçek kahramanı yok etmeye başlayabiliriz. Hiçbir düşünce vazgeçilmez değilken bireye hapsolan gerçeklik algısının bu kadar gevşek ve akışkan hale geldiği bir çizgide savunulan, hissedilen, konum arayışı içinde algılarımızı dizayn eden; tasarımlarımıza algılar yükleyen düşüncelerimizle, zaman mekan sorununa karşı gösterdiği dirence karşı geliştirdiği savunma mekanizmaları sayesinde bu algı düzeyi insanın kendi düşüncesi olduğu yalanına inanmasını sağlamaktadır.

Adorno ’’Telefon, insanların özne rolü oynamasına liberal yoldan izin vermiştir’’ derken endüstrileşen toplumun bireyselliğe arz edeceği kimliği söylemek istese de bugün gelinen durumda dijital esaret içinde özne rolünün oynamasına izin verilen bireyin artık o rolden sıyrılıp nesneleşme yolunu tercih etmesidir. Telefonun varlığıyla liberal yoldan özneleşme, sözde özgürleşen dünyanın yarattığı düşünsel kuyularda, başında birer denetim mekanizmasının yani kuyucu başının bulunduğu alanlarda nesneye, karanlık kuyudaki belirsiz su imajına dönüşmesine izin vermiştir. Tekelleşen dijital medya şirketleri sayesinde bu denetim serbestliği tam da liberal gerçekliğe uygun biçimde başlayıp iktidarın Silikon Vadisi’ne geçtiği bir döneme girilmesine olanak sağlamıştır. Her ne kadar devletler yasaklama, kapatma, engelleme gibi yollarla aracı kurumlar kullanarak dijital medya üzerinde denetim sağlamaya kalksa da bunu sunulan olanaklar dahilinde ‘kendilerince’ yapabilmektedirler. Annesinden harçlık alan çocuğun ondan aldığı parayla ona doğum günü hediyesi alması kadar sevgi dolu bir realite barındırır bu aslında; dövüş danışıklıdır, ortada dönen reklam pastasında herkesin payı vardır.

Dünya açısından durum küreselleşmeden ibaret gibi gözükse de mağaralarımıza girdikçe olayın boyutu psikolojik tabanlı cereyan etmekle başlayıp sosyolojik bir kırılmaya doğru evrilmektedir. Twitter, Facebook, Instagram, Tinder gibi uygulamaların alanları ve amaçları farklı olmakla beraber bu uygulamaları değişik kategorilerde örneklem olarak ele alırsak her evrende yaratılan karakterin, McLuhan’ın deyişiyle ‘’Araç iletinin kendisidir’’ halinin akışkan ve bir o kadar da keskin biçimde gündelik hayatımıza sirayet ettiğine şahit oluruz. Twitter’da yaratılan bir sosyal profille, Instagram’da yaratılan bir durağan, münzevi profil arasında medya açısından dehşete düşerecek kadar fark olmamakla beraber psikolojik açıdan yaşanılan kırılma bir travmadan çok daha fazlasıdır; Tinder’da seks partneri bulmak için birbirinin fotoğraflarını sağa sola kaydıran bireyle Facebook’ta intihar gönderileri paylaşıp mezarlık fotoğrafları beğenen bireyin arasındaki fark gibi.

‘’Kültür endüstrisi eğlenceyi sıkıcı naifliğinden arındırıp metaların niteliklerini geliştirmiştir.’’ Adorno’nun sözünü ettiği ve irdelediği endüstrileşme sanatın dahi hafiflemesi, bir rüya gerçekliğine geçişini barındıran içi boşaltılmış nesnelere dönüşen fabrikasyon ve merkezi bir sisteme dahil olmasıdır. Dijital medyada ‘bir eğlence gösterisi’ haline bürünen bu sıkıcılıktan kaçış, ifade edilen duyguyu da paylaşılan bir fotoğrafı da aynı hafifliğin tonuna benzeştirip yok saymaktadır. Twitter’da paylaşılan sövgü içeren bir içerikle, Instagram’da paylaşılan yeni doğmuş kedi fotoğrafı arasında temelde bir fark yoktur. Hiçe sayılan bir düzlemin uç noktalarındaki birer yokluktan ibarettirler; ifade ediliş biçimlerinden dolayı değil gösterme biçimindeki algı açısından yaşadıkları iletişim noktaları körlükle bezenmiştir; her şey serbestliğe sahipken hiçbir şey denetim altında değildir, oysa her şey gözlenmekte ve depolanmaktadır.

Olduğundan başka görünmek herkes için elverişli, birey içinse bir o kadar ilgi çekici hale gelmiştir. Sayısal olarak çok olan iyidir, az olan kötüdür şiarının benimsettiği kapital pazarı bunu insan karakterine de enjekte etmiş ve kimlik bölünmeleri yaşayan insanın kendisini değerli hissetmesine olanak sağlamak için ilaç sektörüyle, sağlık tedbirleriyle, medya dizaynıyla her alanda varlığını göstermiştir. Twitter’da paylaştığın ülke gündemine dair duygu dolu tweet mi yoksa Tinder’da ağzından salyaların akarken arzu nesnesine dönüştüğün dondurma yaladığın fotoğrafın mı? Gerçeklik hangi alanda atıyorsa birey zamanla onu kabullenmiştir. Kullanıcıların, insan karmaşıktır deyip dijital kimliklerini asla sorgulamadıkları, ben böyleyim savunması içinde geçirdikleri zamanlarını ‘boşluk parodi’si dolduruyor en sonunda; tüm hesaplarını kapatıp telefon numarasını dahi değiştiren birey artık özne olmaya hazır hale geliyor; ’huzurlu’ olduğuna inandığı hayata geçiş yapana dek bu süreç bir yapım ve yıkım şeklinde devam ediyor.

‘’Kişinin kendi etik gerçekliğinin dışındaki gerçekliklerle ilgilenmesi bir yanlış anlaşılmadır.’’ Varoluşçu düşünür Kierkegaard şüphesiz dijitalizasyonu kastederek söylememişti bunu ancak sokakta zorlanılacak bir gerçeklik arayışı artık sosyal ağlarda etkenlere dayalı kolaylıkla anında gerçekleşebiliyor, yine aynı hızda yok olup yeni bir gerçekliğe kavuşturabiliyor. Bu değişken ağlar sayesinde kişi hem kendi yarattığı farklı benlik gerçeklileriyle savaşırken bir yandan diğer kullanıcıların yarattığı gerçekliklerle mücadeleye başlamaktadır. Sonsuz bir döngü halinde süren bu savaş hali ağın kontrolden çıkışına dek devam etmek zorundalığı barındırır. Buradaki dijital karakterler üzerinden kurulan arkadaşlıklar, yapılan evlilikler, yaşanan cinsel birliktelikler birer yanılsamadan daha fazla gerçeklik hilesi sunduğundan herkes orada tanıdığı veya gördüğün kişinin aslında kendi potansiyelini yansıtmadığına inanmayı tercih etmek zorunda kalmıştır çünkü kendisi de aslında hiçbir zaman kendi gerçekliğini yaşamadığından ötekinin varlığını ters yüz etmeye kolayca izin vermektedir. Böylece küreselin devletle olan iktidar ve denetim danışıklı dövüşü kullanıcıların yarattığı etkileşim ortamındaki iletişime de yansımaktadır.

Sentetik huzurun getirdiği ağ içindeki var olma mutluluğu da bireyin iç sıkıntısının yansıması olarak gerçekleşmeyen hayalleri ortaya sermektedir. Gerçekleşmeyecek hayaller kurup gerçekleşmeyen gelecekten mutsuzluk duyanlar toplumu olarak, bir hayali yakaladığı yine asla gerçekleşmeyecek ancak ağ içindeki potansiyelde sunduğu realite açısından onaylanabilecek bir konuma indirgediği hülyalarını aktardığı özneyi yüceltmeyi Tanrısal bir inanç ve hükümlülükle yaşatır. Uzaklaşılmayan sanal gerçeklik, yarattığı matruşka benzeri iç içe geçen karakterler ve ağlarla birlikte bilinmez bir gerçeğe dönüşür. Sokaktaki gerçekle telefonun mavi ekranındaki özne yani yeni nesne birbiriyle asla uyuşmaz, uyumsuzluk toplumu yüceltilen bir karakter çatışması olarak medya ve sektörel bazda tüm alanlarda insani olaylarla harmanlanıp gerçekmiş algısıyla gerçeği de aşarak algı ve duygu olarak pazar payı gözetilerek bireye sunulur.

Bauman’ın sosyal medyadaki kimliklerimiz ve ‘gettolaşma’ üzerine söylediği kaçamadığımız sanal gerçekliğimizin aslında toplumu parçalara ayırıp bütüne ulaştırmaya çalıştığı oysa asla birleşmeyecek parçalardan yapılmış bir puzzle’ı andırdığını düşünürsek bizi içine hapseden ve dönüştüren kaosun özünde bireyselleşme temelli olduğunu anlayabiliriz. ’’Kimlik doğduğun bir şey olmaktan çıktı ve bir göreve dönüştü: Kendi cemaatini kendin oluşturmak zorundasın. Ama cemaatler yaratılmaz, bir zümreye ya aitsindir ya da değilsindir.’’ Bir zümrenin, artık aristokrasi ya da alt kültür gruplarının varlığını ifade eden yaşam biçimi olmasının da bir geçerliliği sürdürebilirliğini devam ettirebilen bir unsur değil. Herhangi birisi olarak herhangi bir yerde herhangi bir fikrin savunucusu olup, ölesiye onu savunup sonra aynı tavrın daha da üst bir perdesinde tam tersi olduğunu iddia ettiğiniz halini içselleştirip saf değiştirebilme kolaylığı akışkanlığı arttırdığı gibi aslında yok olan düşüncenin felsefi tavrını da ‘hiç’ konumuna getirdi.

Bireyselleşmenin iktidardan başlayıp son aşamada insana sirayet ettiğini mi yoksa insandan başlayıp domino etkisiyle iktidarda meşrulaştığını mı irdelemeliyiz? Bireye yönelen sistemin bir yandan slogan olarak tekelleşme arzusunu örselediğini bir yandan sosyalize ettiği insanın temel haklarını savunduğunu düşündüğümüzde aslolan insanın bireyle bireyi yıkıp meşrulaştırdığı bireysellikten toplumsal bir yardım kampanyası beklediği gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Bauman’ın sosyal ağlardaki iletişim kurma halimiz ve bunun gerçekliğiyle iletişimin yönü ve karşılığı açısından belirttiği en önemli konu insanın kendisini aşıp bir varlık yarattığı ve onunla beraber aslında hayali cemaatin içinde destekler nitelikte gruba dahil edilmesidir. ‘’Esas diyalog sizinle aynı şeylere inanan insanlarla konuşmak değildir. Sosyal medya bize diyalog kurmayı öğretmiyor, çünkü anlaşmazlıktan kaçınmak çok kolay. Ancak insanların çoğu sosyal medyayı bir araya gelmek veya ufuklarını genişletmek için değil, tam tersine, kendilerine kendi seslerinin yankıları olan sesleri duyacakları, kendi yüzlerinin yansıması olan yüzleri görecekleri bir konfor alanı yaratmak için kullanıyor. Sosyal medya çok kullanışlı ve keyifli bir tuzak’’ derken Bauman bu tuzağın çemberinde dolanan insanların ne denli psikolojik savaş verdiğini ima etmemiş olsa bile görünenin bıraktığı son başlı başına bir yıkımdan daha fazlası olarak gözükmektedir.

Böylece birbirine benzeyen çemberin tuzakları içinde kendi kendisine engel olan bireyin, dönüştüğü ve yarattığı karakter hem herkese benzemekte hem de hiçkimseye benzememektedir. Soğuk bir kış gecesinde kaloriferli evinde çizgili pijamalarıyla uyuklayan bireyin hayatında ilk kez gördüğü bir sosyal medya profilinden gelen mesajın etkisi o soğuk kış gecesi için ne kadar gerçekse artık sosyal ağın içinde yaşayan bireyler olarak o kadar gerçeğiz birbirimize.

KAYNAKÇA
Kültür Endüstrisi, Adorno
Altı Varoluşçu Düşünür, Kierkegaard
Bauman Röportajı https://vesaire.org/zygmunt-bauman-sosyal-medya-bir-tuzak/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir