Öylesine Bir Çocuk 1 ‘Kötü Şeyler’
Öylesine Bir Çocuk 1 ‘Kötü Şeyler’

Öylesine Bir Çocuk 1 ‘Kötü Şeyler’

Yeryüzüne dayanabilmek için kendimin bir kötü kopyası gibi çokça kötü şey düşündüm. Aslında kötüye meyletmemek için sadece kötülüğü düşünüp bekledim de denebilir. Bir yanılgı içinde kalmışçasına sürdürdüğüm hayatımda, bu belki de en sıradan denebilecek kandırmalardan birisiydi. Kırılganlığına öfke duyan serçenin hızla kendisini bir ağacın gövdesine çarpıp yere düşmesine benzetilebilir; ne duyan var ne gören, ne yaşayan ne de bilen. İçinde yaşayıp, benliğinde sonlandırdığın bir masal hissiyatı içinde akıp gitmiş gerçeküstü bir tavır, o yüzden yapayalnız.

-Tezer Özlü hissi çocuğa ağır gelmiş olabilir.

Nereden bilebilirdim ki? Yıllar öncesinin, sıradanlığıyla beni kirlettiğini ve bu yüzden özümü askıya aldığımı düşündüren olayları; hatta öylesine geçen zamanları, boşlukta sallandığımı hissettiğim Asmalımescit dolanmalarım, Fulya’dan Harbiye’ye yürüyüşlerim, Galata’dan çıkıp Unkapanı’ndan Balat’ı seyredişlerim, otobüse binip eve gelişlerim; kulağımda çalan 90’lı yılların şarkıları, bendeyse doygunluğu arzularımı coşturan hayal kurma isteği. Düşler içinde, gelecekteki halim, geçmişteki ben, bir yerlerde benden ötede olan beni yaşayarak hisseden birisi olarak zaman yelpazesinde uzandığım bir ben bu. Hiç aramaya yeltenmediğim çokça beni bir arada yaşadığım en güzel zamanlarımdı.

-Sait Faik etkisi bu paragrafta bolca hissediliyor, çocuk hissetmek arzusunda, yanılmak hoşuna gidecek.

Hayata karşı hayal kurma sorumluluğum vardı. Şimdiyse kurduğum hayalleri ellerimle yıkmak zorunluluğunu yaşıyorum. Aşinası olduğum gerçekliğin de içinde bir hinlik arıyorum elbet, bu olmasa ben olmazdım yalanına sığınmak istemiyorum ama biraz bu öyle, herkes gibi ben de katlanmalıydım.

Dosdoğru insan olmak için doğruya inanmak gerekli önce, sonrasıysa belirsizlik örgüsü içinde geçecek bir süreç, belki de inancın sorgulanacağı karamsar bir son ve ölüm hissizliği. Cenazeleri hep hissiz bulurum, keza düğünler de öyle, abartılı her şey biraz öyle. Ölüm geldiğinde ben orada yoksam, beni seven birkaç kişi dışında da kimse umursamıyordur demektir; mutluluk geldiğinde ben oradaysam o mutluluk da gösteriş merakı arıyor demektir. Ritüellerin doğrulukları bile hassas bir manipülasyon içinde, bense hiçbir yerde kendimi göremeyenlerdenim.

-Klişelere teslim olmaya koşuyor, çocuk yaşamak istiyor, yaşamalı.

Elim kolum bağlı anılara sığınıp oradaki iyiyi anımsamak zorundayım. Bu bir tercih, tercihler en son ihtimalleri barındırır genelde. Bu da son ihtimallerimden birisiydi, diğer ihtimallerim ritüellerden oluştuğundan hesaba katamıyorum artık.

O hülyalı günlere dönecek olursam, bir cumartesi gecesi kendimi sokağa atmıştım. Bu bir kırılma anısı ya da kırılma anı değildi, yaşadığım en sıradan günlerden birisiydi. Hakan Günday romanları okumaya başladığım dönemin içinden geçerken bir yanda da Rus Sineması’nın filmlerine hayranlıkla özeniyordum. Açıkçası epey karanlık hisler içinde kendime ateş ediyordum hiç durmadan ama öyle tatlıydı ki, annem ‘’Yemek hazır’’ dediğinde bile içimde bir huzurlu karamsarlık dolanıyordu. İlkel güdülerimden bile usanmıştım, doymak ve tekrar acıkmak çok büyük bir zahmetti. Olaya dönecek olursak; kendimi sokağa atmıştım ve mutlu olduğuna inandığım insanların arasında Beyoğlu’nda dolanıp durdum tüm gece, gerçekten de mutluydular, bir gün o karelerin içinde ben de olacağım ama o zaman bu ben olmadığımdan o zamanki halim de aslında ben olan ben olacağından belki de çok daha karamsar ve melankolik olacağım diye düşünüyordum ve içten içe o insanları kıskanıyordum, mutluluk kıskanılacak bir şeydi o günlerdeki hislerimde.

-Dayanak arıyor gibi hali, heyecanlı, umutsuzluğu bile.

Bir kadın vardı mesela, yüzünü hatırlamıyorum, İstiklal Caddesi’nin başındaki Adidas’ın karşı sokağından geçerken görmüştüm, yanında sevgilisiyle, el ele göz göze aşkla birbirlerine bakıyorlardı. Bir kadın olarak görmüştüm o anı sadece, adamı görmek istememiştim belki, öyle güzel bakıyordu ki adama öyle mutlu, kötülük tam da burada akıyordu, bunu kimseye söyleyemezdim. O dönem bunu anlatmaya gerek duysam anlamazlardı da şimdi olduğu gibi. Sevgiyle yapacağız yalanını her yere kazımalıydım, sevgisizliklerine pay verirken.

-İsyan ediyor olabilir çocuk, çocukluğuna vermek gerek, ben aldırmam pek.

Yanı başımda duran düşüncelerimden kötülük sızıyor, odamı alevler içinde yakıp yıkıyordu. Birisinin gözlerinin içine ne zaman iyilikle bakmak istesem, dönüşecek kötülüğe bir başlangıç demekti. Kimsenin gözlerine bakmıyor, yatağımda okuduğum roman karakterlerini de kör birer boşluk olarak hayal ediyordum.

Dünya iyi yer olmayı hak ediyordu o zamanlar. Dayanamadığımı anladım.

-Yaşamak zorundaydı, çocuk da olsa.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir