Bundan yıllar yıllar önce bir şişe varmış. Kimse bilmezmiş şişenin anlamını. Dervişler bilirmiş sadece. Sallanıp dururmuş şişe. Uzak zamanlarda dolanır; çölü yağmura katar, okyanusa kum fırtınaları taşır, keşmekeş dünyaya gerçeği sunarmış. Denizleri aşmış, zamanlarda taşmış, kasırgaların içinde yok olacakken gökkuşağına sarılıp denizlere salınmış, rıhtımlarda çiçek toplamış. Hiç kırılmazmış bu şişe, çizildiğini dahi gören olmamış.
Sallanıp durduğu zamansızlık çok ağırmış şişenin. Uzaklara koşarken zamanı ardına alır, gerçeği tersine çevirir, aşkı anlama katar, yalnızlığından resim yaparmış. Çok gören olmuş. Çok duyan olmuş. Çok söz eden olmuş. Öyle güzelmiş ki şişe, şişe demek de pek zormuş. Zamanı mızraklarıyla bölen bir kahraman bu. Kimse duramaz karşısında. Okyanusun açıklarında bir adanın yamacında sallanırken gören olmuş, dokunmak istemiş tutamamış elleri, kumsalın en köşesinde güneş banyosu yaparken şişe hissetmek isteyen olmuş, elinden kayıvermiş şişe, dağın doruğunda sarılmak isteyen aşıklar olmuş, ellerinde barınamamış şişe. Öyle bir şişeymiş ki bu, kimse sahip olamamış, kimseye de ait olamamış hiçbir zaman. Yüzyıllar içinde namı yayılmış dünya üzerinde. Dervişler de çare olamamışlar, bilginler, aristokratlar, bürokratlar kimse bilememiş ne yapacağını. Şişe sallanıp dururmuş zamanın çorak topraklarında kimseye aldırış etmeden.
Kimi zaman aynı gün içinde gül bahçelerinde gören de olmuş, açık denizde balık tutarken şişeden ilham alan da olmuş. Şişe kendi hayaliyle, kendini yaşarmış kimseye aldırış etmeden. Bir masalmış aslında şişe, aşığın aşkına söylediği ve kendine anımsattığı. Yazarken elleri titrermiş aşığın, yağmur damlaları vururken aşığın odasının camlarına, şişe aslında mutfakta dururmuş. Gerçekliğin ötesindeymiş tüm yaşananlar. Bazı günler şişenin kırıldığını söyleyenler de olmuşlar. Yazar çok gülmüş buna. Aşık olduğu kadın pek umursamazmış, gerçek biraz da buymuş, kabullenmiş yazar. Masallar 21.yüzyılın acı hikayeleridir demiş kendine. Yazmak değilmiş marifet, yaşayıp gitmekmiş uzak ülkelere. Devrik bir sancıymış aslında yaşamak kelimelerin arka bahçesinde yazar için.
Zaman sallanıp durmuş ince bir perde içinde, şişe zamanın bir adım gerisinde. Bizim çocuklar var sessizlik çizgisinde. Öylesine olsun diye değil, adım adım yaşanmış tüm dalgalar. Şişe bir efsane olup dilden dile, şehirden şehre, zamandan zamana yayılmış. Kimse göremezmiş artık onu, sihirli bir büyüymüş bundan böyle. Kör öldü badem gözlü oldu demiş kimseler, şişenin kırıldığını düşünerek, kör ölse de badem sadece birayla güzel giden çerezdir demiş bazıları da. Şişenin tek bildiği sallanıp durmakmış bir mavilik açığında.
Günlerden bir gün şişe sallanırken açıklarda, bir dağın yamacında, yosunların ardında buluvermiş kendini, öyle güzelmiş ki gölge ve sıcak güneşin varlığı, kalıvermiş öylece, gidememiş hiçbir yere, ait olmuş kendine, aşık olmuş ilk defa, sallanıp durmuş öylece yüzyıllar boyunca. Aradan geçen zamanda dervişlerin mezarları kaybolmuş bile çoktan, İstanbul çok kez çehre değiştirmiş, Dünya haritası kim bilir kaç kez baştan başa çizilmiş. Zamana öylece akmış gitmiş bir patika boyunca.
Dağın yamacında sallanan şişe, kimseye aldırış etmeden yaşamak türküsü deyip, sessizliğe bir parça yollayarak devam etmiş soluklarına. Günlerden bir gün turkuaz bir mavilik belirmiş şişenin ağzında. Mühür olmuş yaşananlara. Saklamak diye zamanın içinde tüm bunlar, yazar şimdi daha çok farkında.
Aradan yıllar geçmiş. Turkuaz mühür öylesine sıkıymış ki, kimse açamazmış onu, kilitlenmiş zamanın aşkına. Yıllar yılları kovalayınca, yaşamak da abes gelmiş şişeye, turkuazlar akşam kızıllığına karıştığı zaman, şişe kendini bulmuş bir rıhtımın soy ağacında. Akşam kızıllığına bürünmüş ruhu, şişenin içinde akşam kızıllığı belirmiş altın gibi parlayan bir ağacında dallarına benzercesine.
Bundan böyle turkuaz ve akşam kızıllığı en derin yaşamaktır şişe için. Zaman, kelimenin bağlamından koparak, türkülere saik bir sessizlik içinde uzaklara koşarak geçmiş. Kaç derviş eskitmiş, kaç sessizlik öldürmüş, kaç gürültüden uyumuş kimse bilmez. Öylesine geçmiş her şey. Şişe sallanıp durduğu dağın eteğindeymiş hep. Dağ yerle bir olmuş, kum gelmiş şişenin yamacına, Güneş arkadaş olmuş yaşadıkların.
Günlerden bir gün şişe kalıvermiş kavrulan kumun sıcağında. Bir kısmı kumun içinde, turkuaz mührü dışarıda çırpınırmış yaşamak adına. Yine aynı günlerden bir gün turkuaz mühür açılıvermiş aniden, akşam kızıllığı geceye karışıp, Ay’ı yıldızlara hediye etmiş. O günden sonra dünya hiçbir zaman eskisi gibi olmamış. Hiçbir şey eskisi gibi olmamış, eskide kalanlar bile güneşin yamacında uykuya dalmış.
Haydarpaşa’dan kalkan bir vapurun güvertesinde yaşanmış şişe. Aşıklar yaşamayı hissetmek sanarmış, öylemiş de.
12.08.2018