‘’Bir klip çekmek için kaç okul bitirmek gerekiyor? Aşk yok. Filmcilik işleri için erken yaşta hayata atılıp genç yaşta körleşen ruhla beraber yok olmak mı lazım? O işler boş işler diyenlere inat mı tüm bunları yaşamak? Erkek yok. Bir reklam ajansında çaycılıkla başlayıp yönetmen olmak için ne kadar azap çekmek gerek?’’ Kafamda sorular, kurgular ve elimde kağıtlar Ihlamurdere’de yürüyorum. Kilom boyumu aşmış, terden sırtıma yapışan tshirtümden utanıyorum fırıncının camında yansımamı görünce; kendimden utanmak, bu halimden yüksünmek aklıma gelmiyor.
Sarı logosunun içinden akan sözde nehri anlatan, uzun zaman kafa patlatılarak tasarlanmış şirket logosunun basılı olduğu dosyalar elimde, Parodia’ya atıyorum kendimi sebebi bilinmez bir sebeple ve Kaan’ın oraya gitmiş olacağını düşünerek. Hoca’yı görüyorum, önünde bilgisayarıyla sessizliğe bürünmüş, zamanı geçirircesine bir şeyler yapıyor, göz hareketlerinden dikkatininin bozulmaya başladığı belli oluyor. ‘’Hoca’’ diyorum omzuna dokunup. ‘’Hocam hoş geldin, napıyosun ya, yoksun’’ diyor. Anlatmaya başlıyorum en başından sonuna dek, ağdalı cümleler bile kuruyorum, arada küfür de ediyorum ki Hoca hiç sevmez. ‘’Havalar amma ısındı ha’’ kısmına kadar geliyoruz. Muhabbet bitiyor derken başlıyoruz.
‘’Klip mlip dedi, ne zaman çekiyoruz Hoca?’’ Elimdeki kağıtları gösteriyor kafasıyla, kafasını sallayışında saçları düşüyor gözlerinin önüne, bir de diğer yana savuruyor eliyle.
‘’Bana kalsa hemen, parayı düşününce daha var çekime, insan lazım’’
‘’Buluruz ayıpsın ya, ben gelirim’’
‘’Bitti işte bu kadar, sorun da bu biraz, bir sen geliyorsun’’
‘’Senin kamerayla demiştik ya hoca, ufak çaplı bir şey, hop hemen kurguyu yapıyoruz, böyle iki masayı birleştirip ofis ortamı kurarız benim eve de, renk işine de bakacağım ben youtube’dan, halledeceğim’’
‘’İyi hoş da adam makyöz istedi, spora başladı, yemek yemiyor klip için, senin çekim bütçen şu anki makyöz bütçesinden düşük, öyle düşün’’
‘’Ne makyözü ya, sürsün jöle möle, gitsin, o da ne sanıyor he, para varsa ayrı tabii, basarsın çat çat gelir herkes işini yapar, öyle temiz olur, böyle de yoksa olmaz, bak ben bıraktım, emekli oldum, kafam kaldırmıyor artık, alacağım bir köpek, dinle Hoca, bir köpek böyle, şarabım elimde, Netflix’i açmışım, rüzgar esiyor hafiften..’’
‘’Kadın nerede?’’
‘’Kadın yok’’
‘’Kadın nasıl yok? Hep birileri var etrafında senin ama Erhan Hoca, sen hep Kürk Mantolu Madonna kıvamında bir şeyler yaşamak isteyip kenara çekiliyorsun gibi, al sana kadın, tellerini çıkarırsak güzel kız’’ deyip kafede çalışan kızı gösteriyorum elimle, görgüsüz ve patavatsızca.
‘’Dur Hocaaa karıştırma şimdi, bana kadın lazım, böyle kadın ama, boş, salak ve delilerle işim yok, kendini bilen, anlamış, kendisini çözmüş, sanatçı, yazar çizer tayfadan, bak moralim bozuldu yine, kadın yok gerçekten’’
‘’Şarabı tek başına içtin, köpeği sevdin, diziyi bitirdin, ee sonra?’
‘’Kadın yok’’
‘’Açıcaz be gözlerini, sana kadın bulacağız, sonra evlendirip çocuk yaptıracağız, o anlarda yanında duracağım’’
‘’Yalnız sen kilo da aldın’’
‘’Yanımda yemek var, diyet’’
‘’Vayyy yemekle geziyorsun ben eve su almıyorum ki nasıl yemek yapayım?’’
‘’Oblomovsun Hocam’’
‘’Belki’’
‘’Köpeğe baktın mı?’’
‘’Bir tane var gidip almam lazım kadın sahibi, İranlı, konuştum falan çok tatlı böyle’’
‘’Oğlum bunun türü mürü yok mu hepsi tatlı zaten’’
‘’Şey ya dur bakayım Youtube’dan unuttum ismini’’
O sırada Hoca bilgisayarına gömülüyor, ben elimdeki telefona dalıyorum. Sessizliğe bürünüyoruz. İnternetten köpek cinslerine bakıyorum, ne tatlı köpekler varmış diye düşünürken telefonum çalmaya başlıyor. Kafede çalışan dişleri telli kız Hoca’ya bakıyor arada, herhalde ben elimle gösterdikten sonra oldu diye kendime çöpçatanlık payını alıyorum bugünlük hayattan. İnsan hayattan bir şey almadan yaşadığı her gün eksiliyormuş, öyle diyor büyük yazarlar, bugünlük bir yuva kurmaya vesile oldum belki de diye düşünüyorum. Aradan yıllar geçmiş Hoca evlenmiş, mangal yapıyoruz Beşiktaş’ın göbeğinde, klip tutmuş, filmler şatafatlı salonlarda gösteriliyor, fuaye alanlarında insanlar üstümüze atlamaya çalışırken Hoca bu sığ dünyadan kaçmaya çalışıyor. Kaan’la ben başka bir zamandayız. Hoca bize gülümsüyor uzaktan dişlerinde tel olan kızla beraber, tabii o zamana kadar teller çıkmış, hatta kız hamile.
‘’Daldın Hoca, gittin sen oooo olmaz ki böyle, iki sohbetimiz vardı, bak keyfim yerine geldi’’
‘’Adı ne olacak köpeğin? Düşündün mü?’’
‘’Pablo’’
‘’Escobar diyorsun he’’
‘’Neden herkesin aklına bu geliyor, Picasso bu, biraz olumlu bakalım’’
‘’Olumsuz bir şey demedim zaten’’
‘’Değil de yani, şimdi olmaz öyle, herkes iki dizi izlemiş hemen Escobar’’
‘’You diye bir dizi var izlendin mi onu?
‘’Yok da, klip nerede şimdi Hoca, mekanlar falan belli mi?’’
‘’Kilyos’a gidiyoruz yarın gelsene’’
‘’Kaan geliyorsa yokum ben’’
‘’Adamın klibi lan seve seve gelecek’’
‘’Alırsınız beni’’
Kilyos ekibinin tamamlanması o sabahı buluyor. Kamera hazır, şarkı hazır, makyöz hazır; şirket yok, araba eski, aldığım kiloların üstüme bıraktığı ter hepsinden daha ağır. Kafein haplarından bir tane daha atıyorum dilimin altına set sabahı. Klipte oynayacak kadın oyuncu o sırada beni görüyor.
”O ne öyle, kafa mı yapıyor?” diye soruyor. Hiçbir şey demek gelmiyor içimden. Anlattığın kadar bile olamayacağını hissediyorsun bazen. Günlerdir uyumadığımı, kamyona dönüşmüş bir yağ yığınıyla mücadele ettiğimi, işlerin yoluna girmesi için uğraştığımı anlatmaya mecalim kalmıyor. İçimden diyorum kendime; ”Evet kafa yapıyor, bak dalıyorum yine bir hayale”, deniz kokusu sarıyor içimi, Kilyos’ta olduğumuzun farkına varıyorum.
Kamera yakınlarda bir yerde olmalı.